Deniz kuşlarının peşinde

Güneş doğarken deniz kıyısında oturup termosumdan kahve içiyorum. Kulaklığım kulağımda, 1970’lerden kalma bir soft rock şarkısı dinliyorum. Dalgaların köpükleri ayaklarımı yalayıp geçerken, dünya üzerinde 1970’lerden kalma soft rock şarkılarını benim kadar çok seven başka biri daha var mıdır diye merak ediyorum.

Derken büyük bir martı geliyor yakınıma. Etrafta göğsünü gere gere, bir general gibi dolaşmaya koyuluyor. Sonunda aradığı şeyi buluyor. İnci siyahı, sımsıkı kapalı bir midye bu. Karaya vurmuş, doğan güneşin altında mücevher gibi parıldıyor. Martı midyeyi gagasının arasına alıyor ve aniden havaya yükseliyor.

Onu hayranlıkla izliyorum. Bir süre gökyüzünde daireler çizdikten sonra ilerideki kayalıklara gidiyor. Sonra midyeyi üzerinde mor çiçekler açmış küçük bir kayanın üzerine bırakıyor ve midye tam da tasarladığı gibi nazikçe kırılarak ortadan ikiye ayrılıyor. Gözlerimi kapıyorum. Dalgalar yükselirken kendi kendime gülümsüyorum.

“Biliyor musun?” diyorum kahvaltısını eden küçük generalime, “Belki de aradığım kişi sensindir. Ne de olsa bu dünyada deniz kuşlarından daha iyi kimse kavrayamaz eski soft rock şarkılarının güzelliğini!”

Ama belki de yanılıyorum. Belki de bu şarkılar hakkında tıpkı benim gibi düşünen ve hisseden başkaları da var. Evet, kesinlikle öyle olmalı. Birden deniz kuşlarının peşinden gitmeye, bu insanları arayıp bulmaya karar veriyorum.

‘DENİZ KUŞU, EVİNE DÖN…’

Bu sabah sahilde arka arkaya dinleyip durduğum şarkının adı Seabird. 1976’da tek yumurta ikizleri Billy ve Bobby Alessi Kardeşler tarafından, ilk albümleri Alessi için kaydedilmiş. Karadan çok uzun süre uzak kalan bir deniz kuşuna sesleniyor ikizler bu şarkıda. “Deniz kuşu, deniz kuşu, evine dön…” diyorlar ona.

Herhalde uzaktaki sevgiliye duyulan derin özlem hakkında bir şarkı bu. Bir eve dönme çağrısı. Aynı zamanda da insanın gerçekten herhangi bir yere ait olup olamayacağını sorguluyor bana kalırsa. Karaya çıkmanın, eve dönmenin hiç mümkün olup olamayacağını…

Telefonumda küçük bir araştırma yaptıktan sonra, bu şarkıyla ilgili hislerimle haklı olduğumu fark ediyorum. Alessi Brothers’ın Seabird şarkısının, piyasaya çıktıktan neredeyse 50 yıl sonra ve neredeyse durup dururken, yeni nesil indie müzisyenlerin gözdesi haline geldiğini keşfederek mutlu oluyorum.

Kayalıklarda gezinen martıları izlemeye devam ederken trip-hop ikilisi Babeheaven’ın Seabird yorumunu dinliyorum. Çok hoşuma gidiyor. Onları dinlerken bir deniz kuşu olmanın nasıl bir şey olacağını merak etmeye başlıyorum.

Ardından gotik folk kraliçesi Marissa Nadler’ın yorumunu açıyorum. Büyüleniyorum. Zaten Nadler’ın ürettiği herhangi bir işten büyülenmemek elde mi? Bir an için onu İstanbul’da arka arkaya dinlediğim o iki sihirli geceye ışınlanıyorum. Hem o gecelerin hem de İstanbul’un anısı beni sarıp sarmalarken, Marissa Nadler’ın kendisinin zaten karadan çok uzaklarda uçan bir deniz kuşu olduğuna karar veriyorum.

Başka yorumlarla devam ediyorum Seabird araştırmalarıma. Bu arada güneş tepede yükselmeye başlıyor ve termosumu kafama dikip kahvemi bitiriyorum. Son olarak dinlediğim Breena adında bir şarkıcı/şarkı sözü yazarının caz yorumu ise ayaklarımı yerden kesiyor. Gözlerimi kapıyorum ve deniz kuşlarıyla birlikte uçmaya başlıyorum.

Sahili terk edip eve yürürken kendi kendime şöyle soruyorum: Melodinin ve sözlerin güzelliği bir yana, Seabird şarkısını gerçekten bu kadar özel kılan şey ne? 1976 yılının revaçta olan müzisyenleriyle gruplarına göz attığımda Alessi kardeşlere hemen hemen hiçbir yerde rastlayamıyorum.

BAMBAŞKA EVRENLER, BAMBAŞKA HİKAYELER

Bu arada tuhaf bir yılmış 1976. Bir yanda bangır bangır punk çalan Ramones, bir yanda rock müziği sonsuza dek değiştiren Queen, bir yanda koca bir neslin gönül ilişkilerine fon müziği olacak disko marşları yazan Diana Ross, bir yanda buram buram güneş yağı ve çilekli dudak kremi kokan Boney M. Bambaşka evrenler, bambaşka hikayeler…

Peki Alessi Kardeşler’in birazcık Bee Gees’i andıran o tatlı soft rock ve soul güzellemeleri nerede? Seabird nerede? Dahası, neden azar azar kaybolup gitmek yerine yeniden dirildiler ve indie sahnesinin yıldızları tarafından baş tacı edildiler? İşte, bunun cevabını veremiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki, o da güzel şeylerin gerçekte hiçbir zaman yok olmadığı. İşte, tam da bu yüzden, artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Hatta tuhaf bir şekilde, ruhumun deniz kuşlarıyla dopdolu olduğunu hissediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir